29 Nisan 2014 Salı

Tiramisu

Anneme öncelikle buradan çok teşekkür ediyorum. Bana yemek yapma alışkanlığı kazandırdığı için. Daha ortaokula başlamışım Annem tutturdu yemek yapmayı öğreneceksin diye. Artık büyüdüğümü öngörüyordu.
Ama bilmediği birşey varki ben onun hep sıcacık göğsüne muhtacım, anne kucağında, anne yuvasında hiç büyümek istemiyorum. Hep bir çocuk kalacağım :)
Neyse öyle böyle derken yemek yapmayı öğren hatta çok sevdim yemek yapmayı. Sonralarında tatlı, çörek, börek denemelerim derken el lezzetimide buldum. Tiramisu'yu çok severim. Yıllarca en basit usulunu denedim. Hazır kek muhallebi labne karışımıyla yalancı Tiramisuyu yaparken. Birgün italyan usulu yapmaya karar verdim. İnternetten araştırdım, aklıma yatan, hoşuma giden tarifi denemeye karar verdim. Sonuç mu? MUHTEŞEMMMMMMMMM
Öncelikle ya metal kap yada cam derin bir kase alarak 4 yumurtanın akını ve sarısını ayıralım. ayırdığımız kaplardaki yumurtaların içine herbir kap için 2 yemek kaşığı tepeleme pudraşekeriyle çıprmaya başlayalım. Akının iyi kabarması için içine bir çimdik yada bir tutam tuz ekleyelim aklar karbeyaz hale gelecek şekilde sürekli çırpalım. Sarılar içinse şeker eriyip belli bir kabarıklığa gelene kadar çırpalım.
Şimdi gelgelelim, Peynirine isterseniz, labne peyniride ekleyebilirsiniz fakat hakkını vererek yapmak istediğimizden  Migros'tan aldığım 250 gr mascarpone peynirini kullandım.(birazcık pahalı ama )
Yumurta sarısıyla elde ettiğimiz karışıma peyniride ekleyerek tahta kaşık yardımıyla saat yönümle karıştıralım. Yumurta aklarından elde ettiğimiz karbeyaz karışımı yavaş yavaş, diğer karışıma yine tahta kaşık ve saat yönüyle karıştırarak, yumurta aklarının kabarıklığını söndürmeden yavaşcana birbirlerine karıştıralım.
Şimdi işin en basit kısmına geldik. Sunum olarak Cam kupaları seçmenizi tavsiye ederim hem daha şık hem tek kullanımlık. Elime aldığım genişçe kupamın altına bolca hazırladığım krema karışımını ekledikten sonra 1 bardak ılık suda erittiğim Nescafenin içine Savoiardi markalı Kedidillerini 2-3 saniye batırıp hafifçene ıslattıktan sonra cam kupamın içine yerleştiriyorum. Burada dikkat etmeniz gereken husus kedillerini çok ıslatmamak zaten hemen ıslanıp yumuşuyor, çok yumuşadığı zamansa eriyip gidiyor. İsteğe göre muz yada çilekte ekleyebilirsiniz. Son olarak bir kat daha kreme sürerek süsleme işlemine geçebiliriz.
Üstüne kakao serpip güzelcene süsleme işleminden sonra sunuma hazdır. Fakat hemen servis yapmayacaksanız. Size tavsiyem servis anında üstünü kakao ile süsleyip kaplamanız olur. Aksi taktirde kakao kremayla birleşip çirkin ıslak bir görünüm alıyor.
Her yaptığım araştırmada illaki birkaç bilgi ediniyorum ve Tiramisunun anlamını öğrenmiş bulunuyorum: ''Beni Yukarı Kaldır'' anlamı taşıyan Tiramisu; yemek sonrası üstümüze çöken rehaveti kahveyle bizi kendimize getir ifadesinin isim adıymış :)
Şimdiden Hepinizin Ellerine Sağlık,
Hepimizi Sağlıcakla Kalalım.

25 Nisan 2014 Cuma

Öğretmen Seçimi volum 1

Öğretmenim canım benim, canım benim
Seni ben pek çok pek çok severim
Sen bir ana, sen bir baba
Herşey oldun artık bana...........

Keşke yukarıdaki mısralarda yazanları gerçekten söyleyebileceğim bir öğretmenim olabilseydi. İlkokul yıllarım kabus gibiydi. Anlayışsız bir öğretmen sevgiden yoksun gözünü sadece para bürümüş bir kadın. Minicik yavrulara el kaldırma teşebbüsünde bulunan caniiii.
1987 doğumlu birisi olarak sosyal yaşantımda yaramaz sayılabilecek bir çocukken; okulda, sınıfımda tamamiyle farklı bir karakter ortaya sunuyordum. Aslında ilkbaşlarda böyle değildim.
Herşey şu şekilde başladı; Artık sınıflara alışdı aileler okula gelmiyor ve öğretmenimizle sınıfımızla başbaşayız derken birgün ön sıramda oturan M isimli arkadaşım o dönemlerde meşhur olan ''Arı Mayalı Kokulu Silgimi'' aldı vermiyor çocukça şakalaşıyoruz. Zebellah gibi başımıza dikilen ''Tombul Semiha'' bir hışımla ne oluyor burada diye birçok lafı sıralarken masumca silgimi aldı dememle M'yi sırasından kaldırıp bir dövdü ki size anlatamam. M'nin ailesel durumu çok kötüydü okul çıkışları çalışmak zorunda kalıyordu. Sanki bunda çocuğun kabahati varmışcasına ''Zaten fakirsin arkadaşının silgisini çalıyorsun sen bu kafayla gidersen hiçbir halt olamazsın ancak çöpçü olursun'' gibi laflarıda sıralayarak çocuğun okul hayatını mahvetti. 2'inci sınıfta yanlış hatırlamıyorsam okulu bıraktı. Düşünsenize herkesin önünde hem dayak atıp hemde azarlamak o çocuğun sınıfta okulda alay konusu olmaması imkansız mı ki öylede oldu.
Şimdi birde benim yaşadıklarıma gelelim. Çocuğum evet biliyorum ama içimdeki vicdanın sesini bastıramıyorum. Yaşanılan duruma ben sebep vermişim gibi geliyor. Korkuyorum ailemede anlatamıyorum derken okuldan, sınıftan, arkadaşlarımdan soğumaya başlayarak tembel bir öğrenci olma yoluna gittim. Çok iyi hatırlıyorum hiç ders dinlemezdim. Hep hayal kurardım. Bu durumun benim geleceğimi etkileyeceğini nereden bilebilirdim.
Sürekli insanları azarlamaya kurulmuş bir kadın, sürekli hediyeler bekleyen güyya öğretici kılıklı öğretici. Ah o kıç yalayıcı sınıf anneleri yok mu? Onlar ayrı bir sorundu benim için. Sürekli zart günü zurt günü hadi öğretmene hediye utanmasalar bayan olmasına rağmen ''Babalar gününde bile hediye alacaklar'' sevmiyorum işte bu kadını sevmiyorum ve hediye almak istemiyorum. Para isterler evdekilerine söylemem sonra evi ararlar bizimkiler bana kızar neden söylemedin derler. 1-2 kez derdimi anlatmaya çalışsamda normalde yaramaz bir çocuk olduğum için inanmadılar. Aileminde burada büyük hatası olduğunu düşünüyorum. Öğretmendir, eğiticidir diyip bazı şeyleri gözardı ettiler.
Buradan Ailelere verebileceğim tek tavsiye çocuğunuzun öğrenimiyle ilgili ve alakalı olun, eğiticisini iyi araştırın, eğiticisi ve çocuğunuz arasındaki iletişimi iyi gözlemleyin, dersleriyle alakadar olun ama bunu yaparken siz sadece kontrol amaçlı gözlemde bulunun bırakın kendisi yapmaya çalışsın zorlansın ve kesinlikle çocuklarınıza başka çocukları örnek göstermeyin.
Daha ''Tombul Semiha'' ile ilgili birçok yazı yazacağım. ( bittin kızım sen diyesim geldi yahuu )
Hepimiz sağlıcakla kalalım.

24 Nisan 2014 Perşembe

Sinameki Kürü

Bir hevestir içimde Sarı saçlı olmak. Cesaretten yoksun keşkelerle avuttuğum kendimi, sarışın olmak yakışır mı?- Yakışmaz mı? diye düşünmeden bir anda kuaförün kapısında bitip sarışın oldum.
Göğüs hizalarımda olan  güzelim bakımlı saçlarımı yıpratarak istediğim saç rengine ulaştım. Pişman mıyım? Aslında hayır aklımı kurcalamasından daha iyidir. Saç rengimin çok güzel olmasına karşılık Barbie bebek gibi yanık görünümlü bir saça sahip oldum. Doğal saçlarımda kıvırcıktan bozma dalgalı gibi birşeyken kesinlikle işlemlerden sonra  yıka çık yapamıyordum. Sürekli bir işlem gerektiğinden saçlarıma kat ve kat yıpranma oranını arttırıyordum. İnternetten sürekli saç bakım araştırmaları yaparak maskeler uyguladım.  Favori bakım maskem Zeytinyağı, yumurta sarısı ve Badem yağı 1 ay haftada 2 kez maske uygulamasından sonra fön çektirmek için kuaförüme gittiğimde saçımdaki toparlanmaya hayret etmişti. Fakat hala çirkin görünüm duruyor ve ben bundan mutsuz olmaya başlamıştım. O dönem kısa küt saçların moda olmasını fırsat bilerek saçlarımı kestirme kararı aldım. 2 seneden bu yana kısa saçlarım var bir türlü uzatamıyorum. Sürekli kestirmek zorunda kalıyorum ve sürekli boya yeniletme işleminden dolayı yanık saçlarla ortalıkta geziniyorken.
Yine saç boyama konusunda aldığım radikal bir kararla işten eve giderken biranda esmer olmalıyım dedim ve hiç bilmediğim bir kuaföre kendimi atarak saçlarımı boyattım. Bir dip not iletmeliyim ki o gün suların kesik olması bile esmer olmama engel olamayarak 1 damacana suyla saçlarımı boyadan arındırdık. Kendimi yeniden doğmuş gibi hissettim. Kahveringi saçlarım yıpranmışlık payını çok belli etmiyordu. Birde üstüne yine istemesemde sarılardan arındırmak için sürekli saç kestirmeye başladım derkennnnn. Yine bir bunalıma girdim artık uzun saçlara sahip olmalıydım. Gece-gündüz bununla ilgili araştırma yaparken Sinameki kürüne rastladım yorumlar muhteşem ve denemeye karar verdim.
Saç uzunluğuna göre belirlediğim kaynamış suya bir tutam sinamekini atıp demleyip ılıttıktan sonra bir kapak badem yağıyla, Bemiks ampulüde içine ekleyip haftada 1 yapmaya başladım 7'inci kürden sonra 15 günlük dinlenmeyle tekrardan aynı işleme başladım. Söylenenlere göre 15 günlük bekleme süresince asıl uzama gerçekleşiyormuş.
Denedim ehhh işte denecek şekilde uzama oldu pek değil yani. Maskeyi uygulamak tam bir işkence Bemiks ampul yüzünden iğrenç bir kokuyla gezmek zorundasınız evdekiler odalardan atıyorlardı beni :)
Bilhassa o sıvıyı saça yedirmek kısmı tam bir işkence idi. Yorumlarda sprey kullanın diyorlar ama ortalık batıyor, hertaraf maske oluyor. 5 saat gibi bir süre saçımda bekletmek tüm günümün gitmesine nedenken yüzüme akan yadan bulaşan maske sıvılarının sivilce çıkartması da yanında Bonusu gibi birşey. Okadar çok maske denedim ki doğal yollardan tek beğendiğim ve hep uygulayacapım maske yumurta zeytinyağı maskedir. Şiddetle tavsiye edilmekle birlikte Hepimize Sağlıklı Saçlar
Ve unutmayız ki kuaför seçimi çok önemliyken herzaman doğal kalmaya özen gösterin derim.
Hepimiz Sağlıcakla Kalalım.

22 Nisan 2014 Salı

insanı zevkler= Hayvan eziyeti

Hadi şöyle güzel bir ada keyfi yapalım sakinliği, sessizliği ve huzuruda yanımıza alarak desemde, havanın güzelliğini fırsat bilen bütün İstanbullular akın etmişler sanki.
Evet kalabalık hemde oldukça sevgililer, sevgili olmaya aday adaylar :) , eşler dostlar, kız kıza takılmacalar, turistler derken dolmuş taşmış küçücük ada insan karmaşasından. Sanki adaya adım atan'a "Bisiklete bineceksin" diye kuralla karşı karşıya gelmişte iyi yada kötü hiç fark etmez bisiklet kiralayarak bir sağa bir sola yalpalanılarak yolları meşgul ediyorlar. Haa evet benim için eğlenceli bir durum onları izlemek düşmeler kalkmalar vs vs. Ama adada 2-3 kez bisiklete binmişimdir. Bisiklet kullanmayı pek becerememekten değil tamamiyle işkenceye dönüşen sürüş alanı olmasından yürümeyi tercih ediyorum.  Dediğim gibi hem oldukça kalabalık hemde bisikleti kullanmayı bilmeyen birsürü sürücü ile karşı karşıyayım.
Asıl sorun ise faytonlar. Okadar hızlı kullanıyorlar ve yolların sadece kendilerine ait olduğunu düşünmüşler ki bırakın bisiklet kullananların dikkatli olması gerektiğini, sadece yürüyenler bile sürekli tedirgin. Bisiklet kullanmak eziyet sürekli arkaya bak fayton geliyor mu zaten yollar dar. Ada da yaptığım yürüyüş boyunca bunları gözlemlerken canımı acıtan bir durumun farkına vardım.
Atlar!
Bana göre birazdan anlatacaklarım Vahşet. Hangi vicdanlı insan hayvanlar üzerinden para kazanma yoluna gidebilir ki ve tamamiyle başkalarının kişisel zevkleri uğruna. Önümden geçen birsürü fatyon ve eziyet gören Atlar. Artık sürekli koşturulmaktan harap olmuş, atların güzellik ve asalet görüntüsünden eser kalmayarak sırtlarında kırbac yaralarıyla kazanç sergisine sunulan Canlılar. Bir fayton görüyorum; süslü-püslü, ilgili, çekici arkasında 4 kişi çoluk-çocuk doluşmuşlar, keyiflerine yok diyecek. Ama en önemlisi orada bir varlık görüyorum, sevgiden yoksun eziyetler içerisinde ve bir anda yere kapaklanıyor. İçimden Ayyyyy diye bir feryad duyuyorum, belki bencilce ama arkadaki insanlara değil canım At'a yanıyor. Sahibi tarafından düştüğünün umrunda olmayışı kırbaçlayarak ayağa kaldırıp ''Haydi yola devam hiçbirşey olmadı'' dermişcesine gözden kaybolmaları. Sonradan aklıma birşey takıldı. Faytondaki insanlar hiç mi üzülmedi, hiç mi kızmadı, hiç mi acımadı, yada içlerinde hiç mi hayvan canlı sevgisi yok.????????
Tepkisizce oh bize birşey olmadı dermişcesine yola devam etmelerini aklım mantığım bir türlü kabul etmiyor.
Evet biliyorum, Fayton Ada sembolü ama neden sembol olarak kalmıyor ki? 2-3 tane Sembolik olarak ada da bulunan faytonlar sayesinde hem hayvanlar eziyet görmemiş olur hemde Adanın rahat nefes alanı olmuş olur. Lütfen daha dikkatli ve daha özenli olalım. Hayata, İnsanlara, Canlılara, Doğaya Ve en önemlisi Kendimize.

Hepimiz Sağlıcakla Kalalım.


14 Nisan 2014 Pazartesi

Alo ALo ALO

Ve ev telefonu çalar zır zır zır
Alo yada Efendim cevabından sonra kişiyi tanıma faslı, tanıdıktan sonra merhabalaşma faslı derken
-Neredesin evde misin?
İşte yıkıldığım an üzgünüm ama burada birazcık argo terim kullanacağım. Ulan be gerizekalı beni nereden aradın ki evde misin diye soruyorsun? Gülsem mi- Ağlasam mı ? bilemedim gitti.
Bu tarz saçma sapan sorulara milyonlarca örnek verebilirim. 
Örneğin biz iki zıt kızkardeşiz; ablamla aramızda tam 20 ay yani 1,5 yaş fark var. Aynı anne babanın çocukları ve aynı anne tarafından yetiştirilsekte yaş farkımız az olsada tamamiyle birbirimizden zıt karakterlerdeyiz. Ben mesela gereksiz konuşmaya ve gereksiz soru suallerine acayip kızan bir insanım yukarıdaki vermiş olduğum örnek gibi ki Ablamın en çok yaptığı şey, gece uyurken uykumdan uyandırılmak gerçi kimse istemez ama gereksiz yere uyandırılmaya tahammülüm yok, hemen asabi bir karaktere bürünürüm. Biz ablamla aynı odayı paylaşıyoruz, ara ara artık gördüğü rüyadan mı korkuyor bilmiyorum ama gece bana seslenir, 
-Ebru- Ebru- Ebru 
Benden ince bir ses çıkar- Ne varrrrrrr?
-Uyuyor musun?
Haydaaaa gelde buna illet olma şimdi he uyuyorumda bir taraftan seninle konuşuyorum,  dünya üzerinde var mı böyle saçmalık işin komiği, sence cevabımdan sonra ne oldu dememle birlikte
Hiçççç sadece uyuyor musun merak ettim, cevabı mahvediyor beni.
Tamam anlıyorum birşeylerden korkuyor ama bu kadarıda fazla haftada bir istisnasız yapılmaz ki bu ( gerçi son zamanlarda yapmıyor ve şimdi bu yazımı okuyunca nasılda kavga edeceğiz. Ablacık kızma bana olur mu :) :) )
Hadi son bir durumdan daha bahsedeyim. 
Zil çalar ve o meşhur soru sorulur.
Kim O ?
Bu soruyu sormak en doğal hakkımızdır, hırlı mıdır- hırsız mıdır? Sonuçta evimizin zili çalıyor.
Neyse Gelen Cevap şu yönde hemde pişkin pişkin
BENNNN, Ben ya ben, beni tanımadın mı?
Allahım sana geliyorummmm. Herkes bir ben ve ben mecburmuyum seni sesinden tanımaya adam gibi ismini söylesene, belki yorgumun, belki uykusuzum, belki anlamıyorum yada sağırım sanane en doğal hakkım değil midir kim o cevabına doğru bir yanıt almak........

Neyse demem o ki Hepimiz Her Durumda Sağlıcakla Kalalım.....

10 Nisan 2014 Perşembe

Buzdan Şato ve Yaprak Sarması

Tam 2,5 yıl sonra yaprak sarması yapmaya karar verdim. Herşeyi hazırladım, açtım sevdiğim radyo kanalınıda bir taraftan kalem gibi yapraklarımı sarmaya çalışıyorum diğer taraftan müziğe eşlik ediyorum. Nay na-na Nay...
Herkes yanlızdır buzdan şatosunda,
Biri gelip duvarları eritsin ister.
Herkes denizci fırtınalı okyanusta,
Bir limana yelkenleri indirmek ister.

Herkes bir savaşçıdır kendi savaşında,
Birisi için gardını indirmek ister.
Herkes yorğundur yaşamaktan bu hayatta,
Dizine yatıp birinin uyumak ister.

Nay na-na-na Nay na-na-na
Tabiri caiz ise kafama birşey dank etti. Müziğin sözleriyle ilgili. Ben hiçbir zaman sevdiğim sanatçılar olsun, normal bir müzik eseri olsun sözlerini ezbere bilmem dikkat etmem. Demekki yaprak sarmasının etkisi ki bu bana sözlerin ne kadar anlamlı ve doğru olduğunu gösterdi.
Sevgilisi olmayan bir kadın, acılar çekmiş, hiç doğru adam olarak tabir ettiği kişi karşısına çıkmamış, hep birilerinin ilişkisine mutluluğa imrenmiş ve etrafına ''Aşk nedir? yahu hiç ihtiyaçım yok ben böyle çok mutluyum''culukla ahkam kesen birisine  ithafen oluşan bir parçanın sözleri gibi bence.

Aslında birazda eski Bana uyumlu bir parça olduğunu çözdüm. Evet belki acılar çekmedim ve yine Evet ki kimsenin mutluluğa imrenmedim(bazen imrendiğim oldu ama oda maaşallah gibilerinden).
Eski ben ince eleyen- herşeye bir kulp takan utanmasam gözünün üstünde kaşı var diyecek noktadaydım. Birazcık pimpirikli titiz bir yapım var herşeyden huylanıyorum. Tabi bunlar bahane karşıma okadar çok insan çıktı ki yerli yersiz bahanelerle 1-2 gün yada 1 hafta gibi süreler dayanabildim insanlara. Sanki ben dünya güzeli kusursuz birşeyimde hallah hallah :)
Neyse öyle böyle derken kendime bir buzdan şato yarattım. ''Aşk'a ihtiyacım yok'' kelimesinede inandırdım kendimi derken ama içimdede hep bir ümit ''Biri gelip duvarları eritsin istedim''

Çok mu temiz kalpliyim bilmem ama ummadığım anda ummadığım yerde karşıma sıcacık kalbiyle buzdan duvarlarımı eriten Doğru Adamım çıka geldi ve iyiki de gelmiş.
Doğru Adam'ım seninle ilgili buraya milyonlarca şey yazabilirim ama hiçbir kelimeyi yakıştıramıyorum. Bizimle ilgili bir yazı yayınlamak ve herkesin bu Aşk'ı örnek olarak almasını istediğimden birgün bunu yapacağım ama o bu şuan için değil, çünkü daha dolu dolu şeyler yazmak istiyorum.
Fakat bilki Aşk'ın Biz Halini Çok Seviyorum.

Hepimiz Sağlıcakla Kalalım.

Dip Not: Yaprak Sarmasınıda Sevgilime yaptım gerçi her nekadar birçok insan gibi Dolma desede Yaprak sarmasından hallice Dolma :)

8 Nisan 2014 Salı

Mavi Kelebekler

1 mart 1992 senesinde alevlenen bir savaş. Daha 5 yaşındayım, aklımda Televizyondan gördüklerimle kalanlar; Ağlayan kadınlar ve çocuklar, parçalanmış hayatlar, esir kampları ve bu kamplardaki açlıkla baş etmeye çalışan insanlar.
Keşke herşey bunlarla sınırlı olsaymış, benim bahsedeceklerim yaşanılanların yanında bir hiç. 5 yıl boyunca süren bir savaş, 5 yıl boyunca suçsuz günahsız insanların çektiği acılar- kayıplar. Ne için? Neden bu nefret kin ? Neden bu gözyaşları? Neden bu acılar? Kendimi bunları sormaktan alıkoyamıyorum. Aklım mantığım kabul etmiyor. Ne yani herşey Müslüman oldukları için mi? 
1 gün öncesinde aynı kaptan yemek yiyenler 1 gün sonra nasıl insanlık dışı tavırlar sergileyerek başkalarının canına kastedebilirler. Çocuğum ve sadece savaşın ağlayan yaralı çocuklardan ibaret olduğunu zannediyorum. 3 yıl süren savaşın haince ve gaddarca kazanılışı artık 8 yaşındayım ve televizyonlarda yayınlananlara daha da mantıklı yaklaşıyorum. Ama hala çocuğum ve Türkiye olarak ülke olarak savaşla içiçe olmadığımdan bir kulağımdan giriyor diğerinden çıkıyor. 
Artık 25 yaşındayım, kitap okumayı çok seven birisiyim. Kitap türü ayırt etmeden okuyorum, okuyorum çünkü hepsinden farklı bilgiler elde ediyorum besleniyorum, bilinçleniyorum ve daha da önemlisi bilinçli bir birey oluyorum, derken karşıma LEYLA isimli bir kitap çıkıyor kapağındaki kızın güzelliği beni etkliyor, kitabın arka yüzünü çeviriyorum, savaş- Bosna... evet birşeyler hatırlıyorum ve kitabı satın alıp bir solukta okumaya başlıyorum. Okudukça ürküyorum, korkuyorum, dehşetle, tiksinmekle.... daha nice tarif edemeyeceğim duygulara kapılıyorum. Bosna savaşında bir genç kızın yaşadıklarını ele almışlar. İşte ozaman araştırmaya başlıyorum. Evet birşeyler hatırlıyorum, Neydi- Neden oldu bu savaş? Hala anlayamıyorum, ne yani tekrar Söylüyorum Herşey Müslüman Oldukları İçin Miydi? Kitabın detaylarını pek ele almak istemesemde birkaç husustan bahsetmek istiyorum. Soykırım adı altında yaşananların en acı noktası Boşnak kadınların Sırp çocukları doğurmaları için tecavüze uğramaları yani kirli, acılar içinde sevgiden yoksun nesil yetiştirme. Boşnak Erkeklerinin yok olması için toplu mezarlar... Kimsenin bulamaması için derince kazılmış toplu katliam mezarları.
Bu kitabı bitirdikten sonra uzun birsüre yaşanılanların etkisinden kurtulamadım. Kısa bir süre sonra Trt'de yayınlanan Mavi Kelebekler adlı diziyi soluksuz birşekilde izlemeye başlasamda yayın ömrü kısa sürdü. Filmin ismi dikkatimi çekmişti. Yaptığım araştırmalar sonucunda; Mavi Kelebeklerin Boşnak halkının acılarının simgesi haline dönüştüğünü öğrendim. Savaş bitiminden sonra kayıplarını aramaya başlayan halk hiçbir bulguya ulaşamadı. Derince kazılan toplu mezarlar üstü kapatıldıktan sonra doğal çevre koşullarınca yeşillendirilerek uydu resimlerinden bile tespit edilememiştir. Gerekli araştırmaları yaparken uzmanlar tarafından bitki örtüsünde tuhaf değişikliklere rastlanmıştır. Toplu mezarlara gömülen cesetler toprakla birleşince mineral bakımında besleyici özelliğe sahip olup misk otu yada yavşan otu olarakta bilinen artemis bitkisinin yoğunlaşmasıyla birlikte sadece bu bitkilerden beslenen Mavi Kelebeklerin fazlalığı dikkatleri çekmiş bu bölgelerde gerekli kazılar araştırmalar yapılarak toplu mezarlara ulaşılmıştır.
3yıldan fazla süren bu savaş sırasında yaptığım araştımada edindiğim bilgiler;
200.000 ila 400.000 insan öldürüldü
20.000 den fazlası hala kayıp
2.000.000 kişi göç etmek zorunda kaldı
20.000 ila 50.000 kadına tecavüz edildi.
1000 ila 2000 babası belli olmayan çocuk doğdu.
Bunların tek nedeni Sırp Milliyetçiliğidir.
Sizlerden ricam okuyun, bilinçlenin. Buradan Angelina Jolie'nin Kan ve Ateş filminin konusunu esefle kınadığımı bildirmek istiyorum. İyilik elçisi olarak nitelendirilen Boşnak halkının acılarıyla ilgilendiğini beyan etsede Boşnak kadınlarının çektiği acıları bile bile nasıl Tecavüzcüsüne Aşık olan Boşnak Kadınıyla ilgili konu içeren film çekebilir.

Hepimiz Sağlıcakla Kalalım.

4 Nisan 2014 Cuma

Yasaklar ve Geriye Dönüş

Türkiye'nin son gündem konularından birtanesi Sosyal iletişim araçlarının bir bir yasaklar adı altında kapatılma yoluna gidilmesidir. Kimdir ki ne hakla buna başvurabilir buradaki durum, görünen köyün klavuzu bana göre şu şekildedir: Çıkarlarına ters düşen Devlet yöneticilerin düşüncelerimizi, hayat görüşlerimizi, bilgi düşünce paylaşımlarımızı engellemek için başvurulmuş ucuzca yöntemle kendilerince "Gerekli Yasaklar" adı altına başvurmalarıdır.Bu mudur? Türkiye'yi yüceltmek. Yoksa bu şu kapıya mı çıkıyor? "Türkiye'yi geriye çekmek."
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk Fransız devriminden etkilenmiş, ünlü düşünürlerin kitaplarını okuyarak bunlardan ilham almıştır. Yaptığı araştırmalarda 1923 yılı boyunca bütün kitaplarda, Cumhuriyetle ilgili olan yazıların altını çizmiştir. Cumhuriyetle ilgili yaptığı araştırmada İsmail Hakkı Babanzade'nin Anayasa hukuku kitabının 119'uncu sayfasında şu yazıya takılmıştır(Hukuk-i Esasiye). "Cumhuriyetleri  Yaşatan Genel Kural Fazilettir." Buradaki fazilet "Hep Vatan Hep Musavattır." Daha sonra Fransız devriminin kuruluş tarihiyle bulunduğu seneyi çıkartarak 1923-1789=134 yıl ki sene kaybını kapatma yoluna gitmiştir. Bununla ilgili tahmini başlangıç ayı Ocak iken 9 ay gibi sürece 134 yıllık kaybı 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'in ilanıyla bütünleştirmiştir. Mustafa Kemal Atatürk'ün 9 ayda kazandırdıklarını Cumhuriyetimizin 90'ıncı yılının bitimine yakın 91 yılına girişinin yaklaştığı dönemde Devlet yöneticileri tarafından diğer gelişmiş refah ve özgürlükleri elinden olan Ülkelere nazaran Türkiye'nin Sosyal -  Etkinlik durumunu geriye doğru çekmelerini kabul Etmiyorum ve Etmeyeceğiz.
Gelecek nesillere hileyle, hırsızlıkla, haksızlıkla, Egolarının doğrultusunda ilerleyen Devlet yöneticilerinden kurtulmaları için biz Atatürk ilke ve inkılaplarını benimsemiş fertler olarak aydınlık bir Ülke sunacağımıza eminim.
Atatürk ilke ve inkılaplarına her daim sahip çıkarak, yaşatarak, çok okuyarak çok okutarak, sosyal sorumluluk bilincini aşılayarak, vicdan sahibi, dürüst yalandan yoksun nesiller yetişmesi unutmayalım ki bizlerin elindedir.

 Ulu Önder Atatürk ile ilgili bilmediklerimizi yaptığı araştırmalarından sonra bizlerle paylaşan, bizleri bilgilendiren ve içindeki Atatürk sevgisinden dolayı Can Dündar'a çok teşekkür ediyorum. Atatürk ile ilgili yazdım bilgiler Can Dündar'ın bir Tv programında yapmış olduğu söyleşinden zihnime kazınmıştır ve bunu sizlerle paylaş isteği içimde doğmuştur. 

Hepimiz Sevgi ile Saygı ile Mutluluk ile kalalım.