7 Aralık 2014 Pazar

Saç Maskesi

Kızlar Merhaba,
Daha önceki yazılarım arasında saç uzatmak için uyguladığım formül hakkında yazı yazmıştım. Evet sinameki kürü gerçekten işe yarıyor. Fakattttttttt.....
En kötü noktası ise saçları ciddi derecede döküyor. Saç dökülmesini engellemek için küre çam terebenti ekleyin diyenler var denemedim ama denemenizi tavsiye ederim.
Ciddi saç uzatma boyutu olmasada normalden hızlı saçlarım uzadı, dökülen saçlarımın yerinede yenileri çıkmaya başladı.
Ama bir dakika!!!!
Daha büyük bir problem ortaya çıktı.
Biranda dökülen saçlarımın yerine minik minik birsürü saç çıktı. Görüntü sinir bozucu tepelerde hep elektriklenen birsürü saçcıklar. Fön çektirsem bile belirli bir zaman sonra hoppp havalanıyorlar.
Babamın tabiriyle porsuk saçla gezmeye başladım ki kimse istemez böyle olsun.
Evet kızlar ben artık bir porsuğum :) kıhkıhkhı
Ama yine saçlarımdan mutsuzum.
Türlü türlü saç maskeleri ararken sağdan soldan duyduğum yağları birleştirdim ve bugün ilk defa uyguladım. Emin olun size gerçek sonuçları 1 ay sonra söyleyebileceğim.
Hint yağı, Badem yağı, Bemiks ampul, gerçek zeytinyağı, çam terebenti, yılang yağı, susam yağı. Ay hadi inş.  diyerek hepsini güzel birbirine karıştırdım ve saçıma uyguladım tavsiyem 2 saatten önce saçınızı yıkamamız ve ben haftada 2 kez bu kürü uygulacağım.
Bununla birlikte tesadüfen keşfettiğim ve kesinlikle kefil olabileceğim Sarımsak şampuanınıda kullanıyorum ve bilinki  Şampuanla ilgili en kısa sürede yeni bir yazı yazacağım.
Test edildi ve onaylandı.
Öpüldünüz kocaman.
Hadi Hep birlikte rapunzel gibi sağlıklı saçlara :)

23 Eylül 2014 Salı

Bugüne Notum: Şemsiyeler Can Alıcıdır.

Yaklaşık 2-3 yıldan beri düşünüp dururum. Kendime diyorum ki: kızım Ebru bir iş kurmalısın; özgürlüğüne düşkün, aynı zamanda düzenli, disiplinli, iş prensibinle yapabilirsin bunu.......
Daha milyonlarca şey düşünürken, kafama bugün birşey dank etti.
Ben bir dahiyim.
Bundan zengin olabilirim.
Yok yok vazgeçtim.
Dahi yada zengin olmak istemiyorum.
Can güvenliğimi istiyorum Veeeee Sırf Bu Yüzden
Şemsiye kullanımıyla ilgili kurs açmaya karar verdim.
Ayyyy ne şahane. :) (zilyon tane gülücük)
Bu sabah birçok İstanbul'lu gibi gözümü açtığımdan boğuk karanlık bir havayla karşılaştım. Hemen camdan dışarı bakarak evyah dedim, hızlı olmam lazım, evden erken çıkıp yağmur trafiğinden müzdarip olmayıp işe geç kalmamak adına yarım saat erken çıkarak evden elimde şemsiyemle güzelcene kimseye zarar vermeden başarıyla işe gitmeye koyuldum.
Yolun belli bir yerine kadar o kadar rahat gittim ki böyle pamuklara sarmışlar beni.
Ne zamanki Beşiktaş'a adım attım, işin rengi değişti. Deli gibi yağan yağmurda, logar sisteminin berbatlığından, yollardaki çukurlara doluşan yağmur havuzcuklarına basmamak adına hoplaya zıplaya gittiğim yollardan birde dikkatsiz insanlarla uğraşmak cabası.
Hadi çarpışmadan, kalabalıktan vs. sıyrıla sıyrıla sıyrıla kimseye omuz atmadan -  hissettirmeden, geçer giderim, çünkü İstanbul kalabalığında uzmanlık alanım oldu bu durum. Ama ah şu gözümü çıkartırcasına savurdukları şemsiyeleri ııııııııııı diyerek sinirimi anlayın lütfen.
Yok yani bir ben mi salağımda dikkatli gidiyorum. Aman kimseye zarar vermeyeyim, hop uzun boylu birisi geldi kaldır şemsiyeni yukarıya, şimdide yana çekkk offf bu arada ıslandım. Onun bunun yalpalayarak yola devam etmesinden dolayı hem ıslanıyorum.
Hemde resmen tetris oynuyorum.
Yok yok vazgeçtim Mario oynuyorum.
Sizlerede bugüne notum: Lütfen dikkatli bir şemsiye kullanıcısı olun yoksa sonunuz Şemsiye göz alıcı canavar olabilir.


5 Mayıs 2014 Pazartesi

Hıdırellez

Bir umuttur Çaputa bel bağlamışım en kırmızından
Güllerle bezemişim hayallerimi taşlar üstüne
Ateşten almışım gücümü meydan okurcasına
Denize düşmüşte dileklere sarılmış gibiyim bugün

Bugün'e özel aklıma gelen sözler bunlarken, kimine göre züğürt tesellisi, kimine göre batıl inanç, kimine göre gerçek bir inanç inanışken fark edemediğimiz birşey var neden ''Dileklere kalsın işimiz?''
Hayallerimiz uğruna çabalamak varken nedir bu inanışlara bel bağlamak.
Evet ben hıdırellezi çok severim, fakat tamamiyle kültürel birşey olarak gördüğümden, yapılan etkinlikten keyif aldığımdan tevellüttür.
Arama motorları sağolsun internette Hıdırellezle ilgili birçok bilgiler veriyorlar. Benim bugüne özel yaptığım yada yapmaktan hoşlandığım şey ateş yakıp üstünden atlamaktır. Yukarıda da yazdığım gibi ateşten almışım gücümü dertlerime meydan okurcasına üstünden neşeyle atlıyorum yani bana göre bu durum; psikolojik rahatlamadır. Tabi bunu yapmışken gül ağacına kırmızı bir bez asmayı ihmal etmem, inancım istekleriminden aldığım güçtür, içimden taaa içimden geçenlerdir. Bunlar bana güç destek verir ve isteklerim için adımlar atmaya başlarım.
Hadi bugün güzelcene bir liste hazırlayalım. Öncelikle bunları yazacağımız kağıda kalemle tam ortasından çizği çekelim. Daha sonra bir tarafına isteklerimizi yazalım diğer kısmına isteklerimiz uğruna yapmamız gerekenleri en doğru şekilde yazalım sonra bunu güzelcene kırmızı bir Bez parçasına saralım  inanıyorum ki hepimizin evinde saksı vardır bunu oraya gömelim. Fakat saksıda tutma işini 1 gece yapalım maksat adet yerini bulsun. Malum o çiçek sulanacak ve yazılar gidebilir bunun olmasını istemeyiz. Çünkü; tam 1 yıl sonra yani 05.05.2015 tarihinde o kağıdı çıkartacağız ve bakacağız neler başarmışız. İnanın bu bize dahada güç verir ve kendimize olan inanç gücünü arttırır. Tabi bugün istekleri yazdık saksıya gömdükten sonra yeni biz bir için, içimizdeki yeni biz için şenliklere devam edebiliriz. Neşeyle, istekle, arzuyla, inançla, güçle, sevgiyle ateşin üstünden atlayabiliriz.
Haydin Sağlıcakla İnançla Kalın.

29 Nisan 2014 Salı

Tiramisu

Anneme öncelikle buradan çok teşekkür ediyorum. Bana yemek yapma alışkanlığı kazandırdığı için. Daha ortaokula başlamışım Annem tutturdu yemek yapmayı öğreneceksin diye. Artık büyüdüğümü öngörüyordu.
Ama bilmediği birşey varki ben onun hep sıcacık göğsüne muhtacım, anne kucağında, anne yuvasında hiç büyümek istemiyorum. Hep bir çocuk kalacağım :)
Neyse öyle böyle derken yemek yapmayı öğren hatta çok sevdim yemek yapmayı. Sonralarında tatlı, çörek, börek denemelerim derken el lezzetimide buldum. Tiramisu'yu çok severim. Yıllarca en basit usulunu denedim. Hazır kek muhallebi labne karışımıyla yalancı Tiramisuyu yaparken. Birgün italyan usulu yapmaya karar verdim. İnternetten araştırdım, aklıma yatan, hoşuma giden tarifi denemeye karar verdim. Sonuç mu? MUHTEŞEMMMMMMMMM
Öncelikle ya metal kap yada cam derin bir kase alarak 4 yumurtanın akını ve sarısını ayıralım. ayırdığımız kaplardaki yumurtaların içine herbir kap için 2 yemek kaşığı tepeleme pudraşekeriyle çıprmaya başlayalım. Akının iyi kabarması için içine bir çimdik yada bir tutam tuz ekleyelim aklar karbeyaz hale gelecek şekilde sürekli çırpalım. Sarılar içinse şeker eriyip belli bir kabarıklığa gelene kadar çırpalım.
Şimdi gelgelelim, Peynirine isterseniz, labne peyniride ekleyebilirsiniz fakat hakkını vererek yapmak istediğimizden  Migros'tan aldığım 250 gr mascarpone peynirini kullandım.(birazcık pahalı ama )
Yumurta sarısıyla elde ettiğimiz karışıma peyniride ekleyerek tahta kaşık yardımıyla saat yönümle karıştıralım. Yumurta aklarından elde ettiğimiz karbeyaz karışımı yavaş yavaş, diğer karışıma yine tahta kaşık ve saat yönüyle karıştırarak, yumurta aklarının kabarıklığını söndürmeden yavaşcana birbirlerine karıştıralım.
Şimdi işin en basit kısmına geldik. Sunum olarak Cam kupaları seçmenizi tavsiye ederim hem daha şık hem tek kullanımlık. Elime aldığım genişçe kupamın altına bolca hazırladığım krema karışımını ekledikten sonra 1 bardak ılık suda erittiğim Nescafenin içine Savoiardi markalı Kedidillerini 2-3 saniye batırıp hafifçene ıslattıktan sonra cam kupamın içine yerleştiriyorum. Burada dikkat etmeniz gereken husus kedillerini çok ıslatmamak zaten hemen ıslanıp yumuşuyor, çok yumuşadığı zamansa eriyip gidiyor. İsteğe göre muz yada çilekte ekleyebilirsiniz. Son olarak bir kat daha kreme sürerek süsleme işlemine geçebiliriz.
Üstüne kakao serpip güzelcene süsleme işleminden sonra sunuma hazdır. Fakat hemen servis yapmayacaksanız. Size tavsiyem servis anında üstünü kakao ile süsleyip kaplamanız olur. Aksi taktirde kakao kremayla birleşip çirkin ıslak bir görünüm alıyor.
Her yaptığım araştırmada illaki birkaç bilgi ediniyorum ve Tiramisunun anlamını öğrenmiş bulunuyorum: ''Beni Yukarı Kaldır'' anlamı taşıyan Tiramisu; yemek sonrası üstümüze çöken rehaveti kahveyle bizi kendimize getir ifadesinin isim adıymış :)
Şimdiden Hepinizin Ellerine Sağlık,
Hepimizi Sağlıcakla Kalalım.

25 Nisan 2014 Cuma

Öğretmen Seçimi volum 1

Öğretmenim canım benim, canım benim
Seni ben pek çok pek çok severim
Sen bir ana, sen bir baba
Herşey oldun artık bana...........

Keşke yukarıdaki mısralarda yazanları gerçekten söyleyebileceğim bir öğretmenim olabilseydi. İlkokul yıllarım kabus gibiydi. Anlayışsız bir öğretmen sevgiden yoksun gözünü sadece para bürümüş bir kadın. Minicik yavrulara el kaldırma teşebbüsünde bulunan caniiii.
1987 doğumlu birisi olarak sosyal yaşantımda yaramaz sayılabilecek bir çocukken; okulda, sınıfımda tamamiyle farklı bir karakter ortaya sunuyordum. Aslında ilkbaşlarda böyle değildim.
Herşey şu şekilde başladı; Artık sınıflara alışdı aileler okula gelmiyor ve öğretmenimizle sınıfımızla başbaşayız derken birgün ön sıramda oturan M isimli arkadaşım o dönemlerde meşhur olan ''Arı Mayalı Kokulu Silgimi'' aldı vermiyor çocukça şakalaşıyoruz. Zebellah gibi başımıza dikilen ''Tombul Semiha'' bir hışımla ne oluyor burada diye birçok lafı sıralarken masumca silgimi aldı dememle M'yi sırasından kaldırıp bir dövdü ki size anlatamam. M'nin ailesel durumu çok kötüydü okul çıkışları çalışmak zorunda kalıyordu. Sanki bunda çocuğun kabahati varmışcasına ''Zaten fakirsin arkadaşının silgisini çalıyorsun sen bu kafayla gidersen hiçbir halt olamazsın ancak çöpçü olursun'' gibi laflarıda sıralayarak çocuğun okul hayatını mahvetti. 2'inci sınıfta yanlış hatırlamıyorsam okulu bıraktı. Düşünsenize herkesin önünde hem dayak atıp hemde azarlamak o çocuğun sınıfta okulda alay konusu olmaması imkansız mı ki öylede oldu.
Şimdi birde benim yaşadıklarıma gelelim. Çocuğum evet biliyorum ama içimdeki vicdanın sesini bastıramıyorum. Yaşanılan duruma ben sebep vermişim gibi geliyor. Korkuyorum ailemede anlatamıyorum derken okuldan, sınıftan, arkadaşlarımdan soğumaya başlayarak tembel bir öğrenci olma yoluna gittim. Çok iyi hatırlıyorum hiç ders dinlemezdim. Hep hayal kurardım. Bu durumun benim geleceğimi etkileyeceğini nereden bilebilirdim.
Sürekli insanları azarlamaya kurulmuş bir kadın, sürekli hediyeler bekleyen güyya öğretici kılıklı öğretici. Ah o kıç yalayıcı sınıf anneleri yok mu? Onlar ayrı bir sorundu benim için. Sürekli zart günü zurt günü hadi öğretmene hediye utanmasalar bayan olmasına rağmen ''Babalar gününde bile hediye alacaklar'' sevmiyorum işte bu kadını sevmiyorum ve hediye almak istemiyorum. Para isterler evdekilerine söylemem sonra evi ararlar bizimkiler bana kızar neden söylemedin derler. 1-2 kez derdimi anlatmaya çalışsamda normalde yaramaz bir çocuk olduğum için inanmadılar. Aileminde burada büyük hatası olduğunu düşünüyorum. Öğretmendir, eğiticidir diyip bazı şeyleri gözardı ettiler.
Buradan Ailelere verebileceğim tek tavsiye çocuğunuzun öğrenimiyle ilgili ve alakalı olun, eğiticisini iyi araştırın, eğiticisi ve çocuğunuz arasındaki iletişimi iyi gözlemleyin, dersleriyle alakadar olun ama bunu yaparken siz sadece kontrol amaçlı gözlemde bulunun bırakın kendisi yapmaya çalışsın zorlansın ve kesinlikle çocuklarınıza başka çocukları örnek göstermeyin.
Daha ''Tombul Semiha'' ile ilgili birçok yazı yazacağım. ( bittin kızım sen diyesim geldi yahuu )
Hepimiz sağlıcakla kalalım.

24 Nisan 2014 Perşembe

Sinameki Kürü

Bir hevestir içimde Sarı saçlı olmak. Cesaretten yoksun keşkelerle avuttuğum kendimi, sarışın olmak yakışır mı?- Yakışmaz mı? diye düşünmeden bir anda kuaförün kapısında bitip sarışın oldum.
Göğüs hizalarımda olan  güzelim bakımlı saçlarımı yıpratarak istediğim saç rengine ulaştım. Pişman mıyım? Aslında hayır aklımı kurcalamasından daha iyidir. Saç rengimin çok güzel olmasına karşılık Barbie bebek gibi yanık görünümlü bir saça sahip oldum. Doğal saçlarımda kıvırcıktan bozma dalgalı gibi birşeyken kesinlikle işlemlerden sonra  yıka çık yapamıyordum. Sürekli bir işlem gerektiğinden saçlarıma kat ve kat yıpranma oranını arttırıyordum. İnternetten sürekli saç bakım araştırmaları yaparak maskeler uyguladım.  Favori bakım maskem Zeytinyağı, yumurta sarısı ve Badem yağı 1 ay haftada 2 kez maske uygulamasından sonra fön çektirmek için kuaförüme gittiğimde saçımdaki toparlanmaya hayret etmişti. Fakat hala çirkin görünüm duruyor ve ben bundan mutsuz olmaya başlamıştım. O dönem kısa küt saçların moda olmasını fırsat bilerek saçlarımı kestirme kararı aldım. 2 seneden bu yana kısa saçlarım var bir türlü uzatamıyorum. Sürekli kestirmek zorunda kalıyorum ve sürekli boya yeniletme işleminden dolayı yanık saçlarla ortalıkta geziniyorken.
Yine saç boyama konusunda aldığım radikal bir kararla işten eve giderken biranda esmer olmalıyım dedim ve hiç bilmediğim bir kuaföre kendimi atarak saçlarımı boyattım. Bir dip not iletmeliyim ki o gün suların kesik olması bile esmer olmama engel olamayarak 1 damacana suyla saçlarımı boyadan arındırdık. Kendimi yeniden doğmuş gibi hissettim. Kahveringi saçlarım yıpranmışlık payını çok belli etmiyordu. Birde üstüne yine istemesemde sarılardan arındırmak için sürekli saç kestirmeye başladım derkennnnn. Yine bir bunalıma girdim artık uzun saçlara sahip olmalıydım. Gece-gündüz bununla ilgili araştırma yaparken Sinameki kürüne rastladım yorumlar muhteşem ve denemeye karar verdim.
Saç uzunluğuna göre belirlediğim kaynamış suya bir tutam sinamekini atıp demleyip ılıttıktan sonra bir kapak badem yağıyla, Bemiks ampulüde içine ekleyip haftada 1 yapmaya başladım 7'inci kürden sonra 15 günlük dinlenmeyle tekrardan aynı işleme başladım. Söylenenlere göre 15 günlük bekleme süresince asıl uzama gerçekleşiyormuş.
Denedim ehhh işte denecek şekilde uzama oldu pek değil yani. Maskeyi uygulamak tam bir işkence Bemiks ampul yüzünden iğrenç bir kokuyla gezmek zorundasınız evdekiler odalardan atıyorlardı beni :)
Bilhassa o sıvıyı saça yedirmek kısmı tam bir işkence idi. Yorumlarda sprey kullanın diyorlar ama ortalık batıyor, hertaraf maske oluyor. 5 saat gibi bir süre saçımda bekletmek tüm günümün gitmesine nedenken yüzüme akan yadan bulaşan maske sıvılarının sivilce çıkartması da yanında Bonusu gibi birşey. Okadar çok maske denedim ki doğal yollardan tek beğendiğim ve hep uygulayacapım maske yumurta zeytinyağı maskedir. Şiddetle tavsiye edilmekle birlikte Hepimize Sağlıklı Saçlar
Ve unutmayız ki kuaför seçimi çok önemliyken herzaman doğal kalmaya özen gösterin derim.
Hepimiz Sağlıcakla Kalalım.

22 Nisan 2014 Salı

insanı zevkler= Hayvan eziyeti

Hadi şöyle güzel bir ada keyfi yapalım sakinliği, sessizliği ve huzuruda yanımıza alarak desemde, havanın güzelliğini fırsat bilen bütün İstanbullular akın etmişler sanki.
Evet kalabalık hemde oldukça sevgililer, sevgili olmaya aday adaylar :) , eşler dostlar, kız kıza takılmacalar, turistler derken dolmuş taşmış küçücük ada insan karmaşasından. Sanki adaya adım atan'a "Bisiklete bineceksin" diye kuralla karşı karşıya gelmişte iyi yada kötü hiç fark etmez bisiklet kiralayarak bir sağa bir sola yalpalanılarak yolları meşgul ediyorlar. Haa evet benim için eğlenceli bir durum onları izlemek düşmeler kalkmalar vs vs. Ama adada 2-3 kez bisiklete binmişimdir. Bisiklet kullanmayı pek becerememekten değil tamamiyle işkenceye dönüşen sürüş alanı olmasından yürümeyi tercih ediyorum.  Dediğim gibi hem oldukça kalabalık hemde bisikleti kullanmayı bilmeyen birsürü sürücü ile karşı karşıyayım.
Asıl sorun ise faytonlar. Okadar hızlı kullanıyorlar ve yolların sadece kendilerine ait olduğunu düşünmüşler ki bırakın bisiklet kullananların dikkatli olması gerektiğini, sadece yürüyenler bile sürekli tedirgin. Bisiklet kullanmak eziyet sürekli arkaya bak fayton geliyor mu zaten yollar dar. Ada da yaptığım yürüyüş boyunca bunları gözlemlerken canımı acıtan bir durumun farkına vardım.
Atlar!
Bana göre birazdan anlatacaklarım Vahşet. Hangi vicdanlı insan hayvanlar üzerinden para kazanma yoluna gidebilir ki ve tamamiyle başkalarının kişisel zevkleri uğruna. Önümden geçen birsürü fatyon ve eziyet gören Atlar. Artık sürekli koşturulmaktan harap olmuş, atların güzellik ve asalet görüntüsünden eser kalmayarak sırtlarında kırbac yaralarıyla kazanç sergisine sunulan Canlılar. Bir fayton görüyorum; süslü-püslü, ilgili, çekici arkasında 4 kişi çoluk-çocuk doluşmuşlar, keyiflerine yok diyecek. Ama en önemlisi orada bir varlık görüyorum, sevgiden yoksun eziyetler içerisinde ve bir anda yere kapaklanıyor. İçimden Ayyyyy diye bir feryad duyuyorum, belki bencilce ama arkadaki insanlara değil canım At'a yanıyor. Sahibi tarafından düştüğünün umrunda olmayışı kırbaçlayarak ayağa kaldırıp ''Haydi yola devam hiçbirşey olmadı'' dermişcesine gözden kaybolmaları. Sonradan aklıma birşey takıldı. Faytondaki insanlar hiç mi üzülmedi, hiç mi kızmadı, hiç mi acımadı, yada içlerinde hiç mi hayvan canlı sevgisi yok.????????
Tepkisizce oh bize birşey olmadı dermişcesine yola devam etmelerini aklım mantığım bir türlü kabul etmiyor.
Evet biliyorum, Fayton Ada sembolü ama neden sembol olarak kalmıyor ki? 2-3 tane Sembolik olarak ada da bulunan faytonlar sayesinde hem hayvanlar eziyet görmemiş olur hemde Adanın rahat nefes alanı olmuş olur. Lütfen daha dikkatli ve daha özenli olalım. Hayata, İnsanlara, Canlılara, Doğaya Ve en önemlisi Kendimize.

Hepimiz Sağlıcakla Kalalım.


14 Nisan 2014 Pazartesi

Alo ALo ALO

Ve ev telefonu çalar zır zır zır
Alo yada Efendim cevabından sonra kişiyi tanıma faslı, tanıdıktan sonra merhabalaşma faslı derken
-Neredesin evde misin?
İşte yıkıldığım an üzgünüm ama burada birazcık argo terim kullanacağım. Ulan be gerizekalı beni nereden aradın ki evde misin diye soruyorsun? Gülsem mi- Ağlasam mı ? bilemedim gitti.
Bu tarz saçma sapan sorulara milyonlarca örnek verebilirim. 
Örneğin biz iki zıt kızkardeşiz; ablamla aramızda tam 20 ay yani 1,5 yaş fark var. Aynı anne babanın çocukları ve aynı anne tarafından yetiştirilsekte yaş farkımız az olsada tamamiyle birbirimizden zıt karakterlerdeyiz. Ben mesela gereksiz konuşmaya ve gereksiz soru suallerine acayip kızan bir insanım yukarıdaki vermiş olduğum örnek gibi ki Ablamın en çok yaptığı şey, gece uyurken uykumdan uyandırılmak gerçi kimse istemez ama gereksiz yere uyandırılmaya tahammülüm yok, hemen asabi bir karaktere bürünürüm. Biz ablamla aynı odayı paylaşıyoruz, ara ara artık gördüğü rüyadan mı korkuyor bilmiyorum ama gece bana seslenir, 
-Ebru- Ebru- Ebru 
Benden ince bir ses çıkar- Ne varrrrrrr?
-Uyuyor musun?
Haydaaaa gelde buna illet olma şimdi he uyuyorumda bir taraftan seninle konuşuyorum,  dünya üzerinde var mı böyle saçmalık işin komiği, sence cevabımdan sonra ne oldu dememle birlikte
Hiçççç sadece uyuyor musun merak ettim, cevabı mahvediyor beni.
Tamam anlıyorum birşeylerden korkuyor ama bu kadarıda fazla haftada bir istisnasız yapılmaz ki bu ( gerçi son zamanlarda yapmıyor ve şimdi bu yazımı okuyunca nasılda kavga edeceğiz. Ablacık kızma bana olur mu :) :) )
Hadi son bir durumdan daha bahsedeyim. 
Zil çalar ve o meşhur soru sorulur.
Kim O ?
Bu soruyu sormak en doğal hakkımızdır, hırlı mıdır- hırsız mıdır? Sonuçta evimizin zili çalıyor.
Neyse Gelen Cevap şu yönde hemde pişkin pişkin
BENNNN, Ben ya ben, beni tanımadın mı?
Allahım sana geliyorummmm. Herkes bir ben ve ben mecburmuyum seni sesinden tanımaya adam gibi ismini söylesene, belki yorgumun, belki uykusuzum, belki anlamıyorum yada sağırım sanane en doğal hakkım değil midir kim o cevabına doğru bir yanıt almak........

Neyse demem o ki Hepimiz Her Durumda Sağlıcakla Kalalım.....

10 Nisan 2014 Perşembe

Buzdan Şato ve Yaprak Sarması

Tam 2,5 yıl sonra yaprak sarması yapmaya karar verdim. Herşeyi hazırladım, açtım sevdiğim radyo kanalınıda bir taraftan kalem gibi yapraklarımı sarmaya çalışıyorum diğer taraftan müziğe eşlik ediyorum. Nay na-na Nay...
Herkes yanlızdır buzdan şatosunda,
Biri gelip duvarları eritsin ister.
Herkes denizci fırtınalı okyanusta,
Bir limana yelkenleri indirmek ister.

Herkes bir savaşçıdır kendi savaşında,
Birisi için gardını indirmek ister.
Herkes yorğundur yaşamaktan bu hayatta,
Dizine yatıp birinin uyumak ister.

Nay na-na-na Nay na-na-na
Tabiri caiz ise kafama birşey dank etti. Müziğin sözleriyle ilgili. Ben hiçbir zaman sevdiğim sanatçılar olsun, normal bir müzik eseri olsun sözlerini ezbere bilmem dikkat etmem. Demekki yaprak sarmasının etkisi ki bu bana sözlerin ne kadar anlamlı ve doğru olduğunu gösterdi.
Sevgilisi olmayan bir kadın, acılar çekmiş, hiç doğru adam olarak tabir ettiği kişi karşısına çıkmamış, hep birilerinin ilişkisine mutluluğa imrenmiş ve etrafına ''Aşk nedir? yahu hiç ihtiyaçım yok ben böyle çok mutluyum''culukla ahkam kesen birisine  ithafen oluşan bir parçanın sözleri gibi bence.

Aslında birazda eski Bana uyumlu bir parça olduğunu çözdüm. Evet belki acılar çekmedim ve yine Evet ki kimsenin mutluluğa imrenmedim(bazen imrendiğim oldu ama oda maaşallah gibilerinden).
Eski ben ince eleyen- herşeye bir kulp takan utanmasam gözünün üstünde kaşı var diyecek noktadaydım. Birazcık pimpirikli titiz bir yapım var herşeyden huylanıyorum. Tabi bunlar bahane karşıma okadar çok insan çıktı ki yerli yersiz bahanelerle 1-2 gün yada 1 hafta gibi süreler dayanabildim insanlara. Sanki ben dünya güzeli kusursuz birşeyimde hallah hallah :)
Neyse öyle böyle derken kendime bir buzdan şato yarattım. ''Aşk'a ihtiyacım yok'' kelimesinede inandırdım kendimi derken ama içimdede hep bir ümit ''Biri gelip duvarları eritsin istedim''

Çok mu temiz kalpliyim bilmem ama ummadığım anda ummadığım yerde karşıma sıcacık kalbiyle buzdan duvarlarımı eriten Doğru Adamım çıka geldi ve iyiki de gelmiş.
Doğru Adam'ım seninle ilgili buraya milyonlarca şey yazabilirim ama hiçbir kelimeyi yakıştıramıyorum. Bizimle ilgili bir yazı yayınlamak ve herkesin bu Aşk'ı örnek olarak almasını istediğimden birgün bunu yapacağım ama o bu şuan için değil, çünkü daha dolu dolu şeyler yazmak istiyorum.
Fakat bilki Aşk'ın Biz Halini Çok Seviyorum.

Hepimiz Sağlıcakla Kalalım.

Dip Not: Yaprak Sarmasınıda Sevgilime yaptım gerçi her nekadar birçok insan gibi Dolma desede Yaprak sarmasından hallice Dolma :)

8 Nisan 2014 Salı

Mavi Kelebekler

1 mart 1992 senesinde alevlenen bir savaş. Daha 5 yaşındayım, aklımda Televizyondan gördüklerimle kalanlar; Ağlayan kadınlar ve çocuklar, parçalanmış hayatlar, esir kampları ve bu kamplardaki açlıkla baş etmeye çalışan insanlar.
Keşke herşey bunlarla sınırlı olsaymış, benim bahsedeceklerim yaşanılanların yanında bir hiç. 5 yıl boyunca süren bir savaş, 5 yıl boyunca suçsuz günahsız insanların çektiği acılar- kayıplar. Ne için? Neden bu nefret kin ? Neden bu gözyaşları? Neden bu acılar? Kendimi bunları sormaktan alıkoyamıyorum. Aklım mantığım kabul etmiyor. Ne yani herşey Müslüman oldukları için mi? 
1 gün öncesinde aynı kaptan yemek yiyenler 1 gün sonra nasıl insanlık dışı tavırlar sergileyerek başkalarının canına kastedebilirler. Çocuğum ve sadece savaşın ağlayan yaralı çocuklardan ibaret olduğunu zannediyorum. 3 yıl süren savaşın haince ve gaddarca kazanılışı artık 8 yaşındayım ve televizyonlarda yayınlananlara daha da mantıklı yaklaşıyorum. Ama hala çocuğum ve Türkiye olarak ülke olarak savaşla içiçe olmadığımdan bir kulağımdan giriyor diğerinden çıkıyor. 
Artık 25 yaşındayım, kitap okumayı çok seven birisiyim. Kitap türü ayırt etmeden okuyorum, okuyorum çünkü hepsinden farklı bilgiler elde ediyorum besleniyorum, bilinçleniyorum ve daha da önemlisi bilinçli bir birey oluyorum, derken karşıma LEYLA isimli bir kitap çıkıyor kapağındaki kızın güzelliği beni etkliyor, kitabın arka yüzünü çeviriyorum, savaş- Bosna... evet birşeyler hatırlıyorum ve kitabı satın alıp bir solukta okumaya başlıyorum. Okudukça ürküyorum, korkuyorum, dehşetle, tiksinmekle.... daha nice tarif edemeyeceğim duygulara kapılıyorum. Bosna savaşında bir genç kızın yaşadıklarını ele almışlar. İşte ozaman araştırmaya başlıyorum. Evet birşeyler hatırlıyorum, Neydi- Neden oldu bu savaş? Hala anlayamıyorum, ne yani tekrar Söylüyorum Herşey Müslüman Oldukları İçin Miydi? Kitabın detaylarını pek ele almak istemesemde birkaç husustan bahsetmek istiyorum. Soykırım adı altında yaşananların en acı noktası Boşnak kadınların Sırp çocukları doğurmaları için tecavüze uğramaları yani kirli, acılar içinde sevgiden yoksun nesil yetiştirme. Boşnak Erkeklerinin yok olması için toplu mezarlar... Kimsenin bulamaması için derince kazılmış toplu katliam mezarları.
Bu kitabı bitirdikten sonra uzun birsüre yaşanılanların etkisinden kurtulamadım. Kısa bir süre sonra Trt'de yayınlanan Mavi Kelebekler adlı diziyi soluksuz birşekilde izlemeye başlasamda yayın ömrü kısa sürdü. Filmin ismi dikkatimi çekmişti. Yaptığım araştırmalar sonucunda; Mavi Kelebeklerin Boşnak halkının acılarının simgesi haline dönüştüğünü öğrendim. Savaş bitiminden sonra kayıplarını aramaya başlayan halk hiçbir bulguya ulaşamadı. Derince kazılan toplu mezarlar üstü kapatıldıktan sonra doğal çevre koşullarınca yeşillendirilerek uydu resimlerinden bile tespit edilememiştir. Gerekli araştırmaları yaparken uzmanlar tarafından bitki örtüsünde tuhaf değişikliklere rastlanmıştır. Toplu mezarlara gömülen cesetler toprakla birleşince mineral bakımında besleyici özelliğe sahip olup misk otu yada yavşan otu olarakta bilinen artemis bitkisinin yoğunlaşmasıyla birlikte sadece bu bitkilerden beslenen Mavi Kelebeklerin fazlalığı dikkatleri çekmiş bu bölgelerde gerekli kazılar araştırmalar yapılarak toplu mezarlara ulaşılmıştır.
3yıldan fazla süren bu savaş sırasında yaptığım araştımada edindiğim bilgiler;
200.000 ila 400.000 insan öldürüldü
20.000 den fazlası hala kayıp
2.000.000 kişi göç etmek zorunda kaldı
20.000 ila 50.000 kadına tecavüz edildi.
1000 ila 2000 babası belli olmayan çocuk doğdu.
Bunların tek nedeni Sırp Milliyetçiliğidir.
Sizlerden ricam okuyun, bilinçlenin. Buradan Angelina Jolie'nin Kan ve Ateş filminin konusunu esefle kınadığımı bildirmek istiyorum. İyilik elçisi olarak nitelendirilen Boşnak halkının acılarıyla ilgilendiğini beyan etsede Boşnak kadınlarının çektiği acıları bile bile nasıl Tecavüzcüsüne Aşık olan Boşnak Kadınıyla ilgili konu içeren film çekebilir.

Hepimiz Sağlıcakla Kalalım.

4 Nisan 2014 Cuma

Yasaklar ve Geriye Dönüş

Türkiye'nin son gündem konularından birtanesi Sosyal iletişim araçlarının bir bir yasaklar adı altında kapatılma yoluna gidilmesidir. Kimdir ki ne hakla buna başvurabilir buradaki durum, görünen köyün klavuzu bana göre şu şekildedir: Çıkarlarına ters düşen Devlet yöneticilerin düşüncelerimizi, hayat görüşlerimizi, bilgi düşünce paylaşımlarımızı engellemek için başvurulmuş ucuzca yöntemle kendilerince "Gerekli Yasaklar" adı altına başvurmalarıdır.Bu mudur? Türkiye'yi yüceltmek. Yoksa bu şu kapıya mı çıkıyor? "Türkiye'yi geriye çekmek."
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk Fransız devriminden etkilenmiş, ünlü düşünürlerin kitaplarını okuyarak bunlardan ilham almıştır. Yaptığı araştırmalarda 1923 yılı boyunca bütün kitaplarda, Cumhuriyetle ilgili olan yazıların altını çizmiştir. Cumhuriyetle ilgili yaptığı araştırmada İsmail Hakkı Babanzade'nin Anayasa hukuku kitabının 119'uncu sayfasında şu yazıya takılmıştır(Hukuk-i Esasiye). "Cumhuriyetleri  Yaşatan Genel Kural Fazilettir." Buradaki fazilet "Hep Vatan Hep Musavattır." Daha sonra Fransız devriminin kuruluş tarihiyle bulunduğu seneyi çıkartarak 1923-1789=134 yıl ki sene kaybını kapatma yoluna gitmiştir. Bununla ilgili tahmini başlangıç ayı Ocak iken 9 ay gibi sürece 134 yıllık kaybı 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'in ilanıyla bütünleştirmiştir. Mustafa Kemal Atatürk'ün 9 ayda kazandırdıklarını Cumhuriyetimizin 90'ıncı yılının bitimine yakın 91 yılına girişinin yaklaştığı dönemde Devlet yöneticileri tarafından diğer gelişmiş refah ve özgürlükleri elinden olan Ülkelere nazaran Türkiye'nin Sosyal -  Etkinlik durumunu geriye doğru çekmelerini kabul Etmiyorum ve Etmeyeceğiz.
Gelecek nesillere hileyle, hırsızlıkla, haksızlıkla, Egolarının doğrultusunda ilerleyen Devlet yöneticilerinden kurtulmaları için biz Atatürk ilke ve inkılaplarını benimsemiş fertler olarak aydınlık bir Ülke sunacağımıza eminim.
Atatürk ilke ve inkılaplarına her daim sahip çıkarak, yaşatarak, çok okuyarak çok okutarak, sosyal sorumluluk bilincini aşılayarak, vicdan sahibi, dürüst yalandan yoksun nesiller yetişmesi unutmayalım ki bizlerin elindedir.

 Ulu Önder Atatürk ile ilgili bilmediklerimizi yaptığı araştırmalarından sonra bizlerle paylaşan, bizleri bilgilendiren ve içindeki Atatürk sevgisinden dolayı Can Dündar'a çok teşekkür ediyorum. Atatürk ile ilgili yazdım bilgiler Can Dündar'ın bir Tv programında yapmış olduğu söyleşinden zihnime kazınmıştır ve bunu sizlerle paylaş isteği içimde doğmuştur. 

Hepimiz Sevgi ile Saygı ile Mutluluk ile kalalım.

31 Mart 2014 Pazartesi

''Erdemli Olmak''

Felsefi tarihinin başlangıcından beri yer alan ''İnsanın ve hayatının anlamı nedir?'' Sorusunun yanıtı olarak ''Erdemli olmak'' gösterilmiştir. Erdemli olmak bilgi sahibi olmaktan geçmektedir, Neden mi? Çünkü ahlaki anlamda doğru olmayı sağlayacak tekşey bilgidir. Sokrates'e göre ''Erdem her insana öğretilebilir ancak her insanda aynı oranda zuhur etmez'' iken.  Erdem: insandan insana, toplumdan topluma farklılık göstermekle birlikte bir arada yaşayan insan topluluklarını doğru iletişim teknik gücüyle etkileyip paylaşıp çoğaltmaktan geçer. Bize burada düşen en önemli görev iletişim dilimizi iyi seçip doğru - yanlış ayrımını Erdem- Ahlak ve Bilgi çerçevesinde aşılamaktır. 
Şuanda Türkiye Cumhuriyeti seçmenlerinin yapmış olduğu hatalar yüzünden içimdeki Türkiye'nin aydınlık, refah geleceğini bugün ki kırgınlıklarımla belki içimde söndürmüş olabilirim. Daha düne kadar  umutla gözlerimi aydınlığa açan ben sanmasınlar ki umudum söndü, unutmayınız ki ''Bir umuttur Yaşatan İnsanı''. Her karanlık gecenin bir aydınlığı varsa, her aydınlık sandığınız cehalet aydınlığının da karanlığa mahkum olma günü gelecektir. Söndürmüyorum içimdeki ışığı sizlere inat gözlerimle görmeden tek tek patlayan ampulleri  yoksa içim rahat etmeyecek. 
Doğrulukla, ahlakla, bilginlikle, vicdanımızın sesine her daim kulak vererek sevgi ve saygı çerçevesinde Atatürk ilke ve İnkılaplarını ilke edindiğimiz sürece şuanda gecici kayıp olarak nitelendirdiğimiz sandık sonuçlarından ileride Lider olarak ayrılacağımıza, Erdem sahibi görüşlerimizle yeneceğimize canı gönülden inanıyorum.

24 Mart 2014 Pazartesi

Bir Tutam Baharat Gibidir AŞK !

Her yemeğe yakışan bir baharat varken her kişiye yakışan ayrı bir Aşk vardır. Kimi zaman tadına tat katarken, en ufak bir ayar bozukluğunda felakete dönüştüren aslında dönüştürdüğümüz şey '' AŞK''....
 Belki hayal gücümün genişliğinden, belkide yemek yapmayı sevdiğimdenmidir bilinmez ama Aşk'ı herzaman baharatlara benzetmişimdir.
Hadi sizinle bir yemek yapalım. Böylelikle ne demek istediğimi daha iyi anlayacağınızı düşünüyorum. Öncelikle spontane gelişen bir yemek olmasını diliyorum. Çünkü ben yemek yapmayı çok seven birisi olarak yaptığım en iyi yemeklerin dolapta ne bulursamları bileştirerek çıkarttığımı çok iyi bilirim.
 Zaten Standart bir Ev - Türk yemeğinde gidişhat bellidir. Olmassa olmaz salça, soğan, baharatlar ve ana malzemeyle tatatataaa ve yemeğimiz hazırrr. Ama bilinmesi gereken birşey varki birçok yemek baharat eksikliğinden tatsız ve tussuz olur, kim yiyebilir ki şimdi böyle bir yemeği. Baharat derken aklınıza sadece karabiber, pulbiber tarzı acı şeyler gelmesin. Unutmayız ki tuzda bir baharattır ve yemeğin tadını getiren en önemli etmen olsada çok dikkatli olmamız gerekir. Düşünsenize birazcık elinizin ayarı kaçtı ve yenemeyecek kadar tuzlu bir yemek yaptınız. Canım yemek mahvolur. Bana göre Aşk'ta bunun gibi birşeydir. Ana Malzeme: Bir Kadın Bir Erkek, kırmızı renkten dolayı Salça yada Domates: Kalp Baharatlar: Duygu, düşünce Soğan : Yaşanmışlıklara göre mutluluktan yada üzütüden gözyaşı :)
Belkide koca bir dilim pastadır, Aşk'ta payımıza düşen kim bilir? Ama unutmamamız gereken en önemli şey Türk yemek kültüründen enson Tatlıya geçilir.
Hepimize Koca Dilimli Pastalar.
Hepimiz sağlıcakla kalalım.

Para Tuzakları

Bir bayan olarak kozmetiğe yatırdığım parayla herzaman hayalini kurduğum işletmeyi açabilmek için gerekli sermayeyi harhalde şimdiye kadar  biriktirmiş olurdum.
Ah birde yararlarını görsem, bir o markadan bir  diğerini geçerek sabitlenememiş kozmetik ürünleri kullanıyorum. Buradan markalarını açıklamak istemiyorum, fakat birçok markayı kınıyorum, dağıtıcı firmaları tarafından milyonlarca tester ürün gelmesine rağmen ürünleri almayı düşünenlere denemek için 2-3 kullanımlık tester ürünler vermiyorlar. Bende bu tarz durumlardan utanan çekinen bir insanım, nasıl isterim ki bana tester verir misin deniyip karar verip ona göre almak istiyorum ki kaldı ki benim cildim çok hassas ve birçok ürün alerji yapıyor. Deniyip  ona göre karar verip almak bir tüketicinin en doğal hakkıdır. Diğer bir şaşırdığım durumsa zaten kozmetik ürünleri uzun süreli kullanıma mahsup bu nedenle birçok şeyi aynı anda hatta senede bir alıyorum. O kadar çok şeyde alıyorum ve ciddi paralarda yatırıyorum ki bazen utanmayı bir kenara bırakıp diyorum ki aldığım ürünlerin testerlarını alabilir miyim? Neden mi? Nedeni şu sadece yazın tatile çıktığımda o kocaman ürünlerle valizimi doldurmak istemiyorum. Bu istekte bulunduğumda satış temsilcisinin suratında bir değişiklik oluyor ve hemen testerımız kalmadı, size çanta verelim diyorlar. Ben kızgınlıktan ne kopartırsam kardır diyip alıyorum o çantaları ama ev kullanmadığım gereksiz plaj çantalarıyla doldu taştı. Çantaları verirken çekmecenin ağzına kadar dolu şekilde tester ürünlerinin olduğunu görüyorum. Yeni bir blogger olmama yada yeni bir blog sayfası oluşturmama rağmen umarım gerekli ve ilgili kişilere bu yazım ulaşır. Şuanda elimdeki kozmetik ürünlerini bitirdikten sonra bilhassa peeling ve sivilce önleyici maske ve kremlerini kesinlikle birdaha herhangi bir markadan satın almayacağım. Şunu anladım ki doğal evde hazırlanan cilt maskeleri bir harika. Sizlere tavsiyem Karbonat ve yoğurt karışımından oluşan yoğurt maskesini haftada 1 uygulamanızla birlikte kesinlikle kil maskesinide  haftada 1 uygulamanız yönünde olacaktır. Fakat unutmamamız gereken bir durum vardır ki sabah akşam cilt temizliğimize  özen gösterelim, kesinlike makyajlı yatmayın.
Son olarak stresten uzak bir yaşamla birlikte (ki bunu başarmak çok zor bir durum) yediklerimize dikkat edersek ve basit doğa uygulamalarla  ne cebimize zararımız olur ne de cildimize aksine iki yönden fayda sağlamış oluruz.
Hepimize pırıl pırıl ciltler, sağlıklı yaşamlar,
Sağlıcakla kalın.

22 Mart 2014 Cumartesi

Özgüven

Bizim çoçukluğumuz,
Bir o mahalleden bir diğerine geçerek kah o başka mahallelerdeki çocuklarla dalaşarak, kah gülüşüp oynaşarak yılları saf ve berrak bir şekilde yaşarken şimdiki çocuklara bakıyorum ve inanın çok üzülüyorum.
Neden mi? 80-ve 90 lı yıllarında başlarında çocukluğunu yaşayanla milenyum çağı olarak nitelendirilen 2000'li çocukların sosyal etkinlik alanları arasında dağlar kadar fark görüyorum. Bunun en yakın şahidi ve gözlemcisi olarak düşüncelerimi sizlere aktarırken eminim ki yazımı okuduktan sonra bana hak vereceksiniz. Geçen günlerde birçok kişi tarafından okunan içler acısı bir durumun haberlerine şahit olduk. Haberin detaylarını paylaşmak istemesemde  kısacası bahsetmem gerekirse  durum şundan ibaret; küçücuk bir çocuğa tecavüz edip, sonrada öldürüp gömen vicdansız, ardan namusdan, ahlaktan, iffetten eksik uçkuruna sahip olamayan birinin küçücuk çocuğun hayatını elinden çekip almasına şahit olduk. Artık Dünya üzerinde çocuk istismarları çoğaldı, Kız- Erkek ayrımı yapmadan o küçücuk bedene nasıl için kabarır nasıl o gözle bakıp aklından çirkin şeyler geçirebilir bir insan anlamlandıramıyorum. Aslında bunlara insan bile denmez. Şimdi düşünüyorumda zaten çocukların sokakta oyun oynama kültürleri yok hatta oyun oynayacakları bir sokak alanları sınırlıyken hangi ebeveyn çocuğunu dışarıya tek başına gönderebilir. Biz ki ailelerimiz tarafından rahatça sokakta, dışarıda oyun oynama sunulan özürlükle büyümüşüz, arkadaşlarımızın, komşularımızın evine güvenle, rahatça, korkudan endişeden yoksunsuz birşekilde gitmişiz. Çünkü ozamanlar komşuluk bağları sıkıydı, herkes periyodik olarak birbirini ziyaret eder, gün tarzı etkinliklerle keyifli vakitlere imza atıp birbirlerini tanıma fırsatı yakalıyorlardı. Bu şu demek herkesin birbirini tanımsıyla bakış açıları farklılaşıp hepimizin çocuklarına sahip çıkıyorlardı. Aileler biliyordu evet tek ben değilim çocuğumu, çocukları gözetleyen kollayan çocuğum susadı mı bir bardak suyu çıkartıp benden önce içiren, çocuğum terledi mi ufacık bir azarla evime gönderirler....bunlar  insanların aklından geçerken. Şimdi kimin nesi kimin fesi olarak adlandırdığımız sadece karşılaşılınca bir tebessümle geçilen komşuluklar oluştu. Unutmayınız ki çocuklarımızın 2000'li yıllarda teknoloji sosyalliği haricinden bireylerle karşılıkla sosyalleşmeye ihtiyacı vardır. Bunun zeminini siz aileler ve gelecekteki biz aileler oluşturmalıyız. Birde şöyle bir bakıyorum ki artık çocukların kendilerine karşı özgüveni yok, geçen günlerde evimin önündeki parkta 2 tip çocuk karakterine rastladım. Birincisi parkta bir salıncakta, bir kaydrakta oradan oraya keyiflice koşarken gördüğü yeni yüzlerle konuşan kaynaşmaya çalışan dünya tatlısı varlıkken. Bir diğeri ise annesinin elini bırakamayarak etrafına korku ve endişeyle bakıyordu. Onda gördüklerim, şimdi bunlar ne ki, baksana şu diğerlerine anneleri yanında değil sadece uzaktan izliyorlar, salıncağa mı binsen? Kaydırağa mı binsem Annemde yanımda olur dimi? derken annesinin kendi tercihiyle herhangi bir oyun alanına götürmesi kadar bir çocuk için çirkin durum olabilir mi? Bana göre bir çocuğun düşünce özgürlük alanın yaratılması gerekir belki bu tarz bir örnekle bunu bağdaştırmam sizlere basit görünsede bana göre mühimdir. Kendi kararlarını doğru almayı düşe kalka öğretmeliyiz,ama herzaman gözü üstünde uzaktan uzağa koruyup kollayan aileler olmalıyız. Artmut piş ağzıma düş tarzı bir durumda yetiştirilen çocukların özgüvenden eksin yoksun yaşadıklarını unutmayalım.
Demem o ki biz sokakta büyüyen çocuklarla, şimdiki internnette, kreşlerde büyüyen kapana kısılmış alanlarda oyun oynatılmaya zorlanılan çocukların arasındaki en büyük fark Özgüvendir. Çünkü bizler elimize tutuşturulan 1-2 lirayla ekmek almaya gidip para üstümüzü alırken matematiği çözen, eve gidene kadar o ekmek kenarlarını kemirip parayı eksiksiz aldım bak doğru ben bunu yaptım Anne diyebiliyorken. Şimdileri "Anne su, anne cola, anne hamburger" herşey ayaklarına geliyor, önünde dehşete mailli itiici oyunlarlar vakit geçiren çocuklarımız var. Artık bu iki ayrışım arasındaki farkındalığı sizler umarım doğru bir şekilde yorumlarsınız.
Hepimiz sağlıcakla kalalım.

21 Mart 2014 Cuma

Merhaba

Merhaba Kendime Hediyem,
Hayatta herşey bir "Merhaba" ile başlarken geriye kalan bütün başlangıç konuşmalarının spontane gelişiminde, 7 harfli bu kelimenin nice anlam ifadeleri varken "Merhaba" aslında farsça kökenli olup "benden size zarar gelmez" anlamına geliyormuş işte okurlarım benden size sıcacık tanışma "MERHABA" sı.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki ilk yazımı ve yazdığım yazının tamamiyle tasarlanmadan sunuma geçme cesaretime hayretle bakarken bu yazımı kendime armağan ediyorum.
Biranda kelimeler zihnimden dökülüveriyor, şuanda kendimi Matrix filminde kayan yeşil yazılar gibi hissediyorum. Klavye'ye her bastığımda  yazılar hızla hareket edip parmak uçlarımdan ekrana dökülüyor gibi. Bunun zihinimde ve bedenimde yarattığı etkinin tarifi varmıdır? bilinmez ama tek gerçek şu ki yazdıkça mutlu oluyorum, yazdıkça yazasım geliyor. Evet yazmayı çok seviyorum. Kuralsızca ama biliyorum ki dilbigisi kurallarına uymamız şart. Hani edebi akımlarda bir grup topluluk vardı ya Garipçiler (Birinci Yeniciler) hiçbir kurala bağımlı kalmadan içinden geldikleri gibi yazan, basmakalıp kurallarına uymadan yazılarını dilden dile aktaran topluluk düşüncesini benimseyenlerdenim. Aslında bunun en büyük ana etmeni İlkokul öğretmenimden kaynaklanır, fakat bilmelisiniz ki benim için kötü bir örnektir ve ilerleyen yazılarımda bu konuya detaylı değineceğim. İşte ozaman bana hak vereceksiniz.
 Şimdi gel-gelelim blog sayfamın içeriği hakkında bilgi vermeye bilmenizi isterim ki tamamiyle kişisel bir blog sayfası olmakla birlikte kesinlikle kar amacı gütmeden yazılarımı yayımlayacağım. İster buna aptallık diyin, isterseniz hadi be oradan yalan yalan diyin....Hiçbirisi umrumda değil desem çok mu sert tepki vermiş olurum bilinmez fakat, günlüğüm olarak görebileceğim bir sayfa oluşumunda bulunurken, hayatta karşılaştığım garip durumları yada çok sevdiğim bir yeri veyahut yemeği, yeni keşiflerde bulunduğum bulunmak istediğim yerleride sizinle paylaşacağım. Asıl bilmeniz gereken en önemli durum bazen karşılaştığım durumlardan,sizlerden etkilenip biranda siz olup sizmişsiniz gibi bir dünya kurup olmayan şeylerle ilgili yazı yazabilirim, burada bilmeniz gereken tek şey tamamiyle "Hayal ürünü olduğudur"
Bir dip not'ta eklemeliyim ki "Hakkımda" içeriği olan bir yazı yazmayı şuanda  düşünmüyorum. Zaten yazdığım yazıların birçoğunda beni bulacağınız için zamanla tanımış olmanız daha mantıklı geliyor. Hem kim kendini doğru bir şekilde ifade edebilme yeteneğine sahip olmuş ki ben olayım. Ben yazayım paylaşayım. Sizler okuyun ve beni tanıyın :)
Hepiniz, hepimiz sağlıcakla kalalım.....